19 Temmuz 2011 Salı

Olasılıksız

‘Bir ay önce bir çöplükte Julia, Nava’nn elini son bir kez tuttu ve öldü. Gülümsüyordu… Dondurmayı düşünüyordu…
Yapacağınız tek bir hareket, söyleyeceğiniz tek bir söz başkalarının hayatını ne kadar etkileyebilir hiç düşündünüz mü?
Olasılıksız, içerik itibariyle, diğer popüler kültür kitaplarından ayrılmış bir roman diyebiliriz. Dilini çok fazla beğenmesem de bilim, felsefe ve maceranın iç içe geçtiği bu roman, güzel bir tatil kitabı olabilir. Tabi biraz matematik seviyor ve olasılıktan anlıyorsanız.
Sürükleyici bir kurguya sahip olan bu kitap zaman zaman hiç de beklemediğiniz manevralarla şaşırtacaktır sizi. Yer yer kahramanımızın bir rüyanın içinde mi yoksa gerçek hayatta mı olduğunu anlayamayacaksınız.
Aynı zamanda pek çoğumuzun uzak olduğu için anlayamadığı, veya –diğer pek çok hastalığa olduğu gibi- önyargılardan dolayı anlamak istemediği, korktuğu bir hastalık olan şizofreniye farklı bir bakış açısıyla yaklaşır. Belki de kitabın beni çeken en önemli özelliği bu olmuştu…
Tüm bunlarla beraber güzel bir roman ortaya çıkaran Adam Fawer’i tebrik etmek gerek.
      Elimdeki kitap Aprıl yayıncılıktan çıkmış olup;
      Türkçesi:Şirin Okyayuz Yener
      Katkıda Bulunanlar: Burçin Altay
                                       Öykü Çağlayan
      Son Okuma: Özlem Aras
      Kapak Tasarım: Mineral Tasarım
      Baskı: Özkan Matbaacılık
     

      Keyifli okumalar..
      Unutmayın; hayat sayfalarda…
Not: Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben çok uzaklarda olacağım.

17 Temmuz 2011 Pazar

Akıl Çağı

Merhaba sevgili kitap kurtları. Bu yazıyı tıpkı sizler gibi bir kitap kurdu olan, felsefeyle yakından ilgilenen arkadaşım Pınar Kapudan yazdı. Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben çok uzaklarda olacağım. İyi tatiller efendim.
                                                                                       Blog Sahibi.
Ve özgürdü insan bir sistemin içinde yedek parça olmada özgürdü…


Reddedenlerin tanrısıdır Jean Paul Sartre. Ama bu sanıldığı gibi biçimsizce, anlamsızca, saçma sapan isyankârca bir reddediş değildir ve hiçbir zaman böyle olmamıştır. Her şeye karşı çıkan, toplumsal normları reddeden, aile yapısını, düzeni, sistemi, tanrıyı reddeden umursamaz, ahlaksız ve hatta sorumluluk duygusundan yoksun bir adam gibi görünse de aslında bütün bu özelliklerin zıttında buluruz Sartre’yi. O kendini yaratma çabasında ilerlerken bizler beklide olduğumuz yerde sayıyoruz, hem de hiç fark etmeden. ‘Cevher özden önce gelir, insan kendisinin tanrısıdır’ belki yemek yaparken, belki şiir yazarken, belki şarkı söylerken yaratır kendini insan. Kendini gerçekleştirme çabası en büyük çabadır aslında.

Özgürlüğün yolları serisinin(akıl çağı-yaşanmayan zaman- yıkılış) ilk kitabı olan akıl çağı; kendilerini arayan ve aynı zamanda kendilerinden köşe bucak kaçan insanların bireysel yaşantılarını belli sınırlar içinde anlatılır.

 …Ve özgürdü insan bir sistemin içinde yedek parça olmada özgürdü, yazmakta, çizmekte özgürdü, çalmakta özgürdü, hatta özgür kalıp kalmamakta özgürdü, isyan etmekte, sayıp sövmekte, şikayet etmekte özgürdü. Bütün özgürlük sarmıştı her yanı, özgürlükten kaçış yoktu. Özgürlüğün içine hapsolmuştu insan.
Aslında çok sofistikedir ‘’özgürlük’’ kavramı. Kimseye sormadan karar vermek değildir mesela, ya da başına buyruk yaşamakta, özgürlük bir diğeriyle aynı şeyi yapabileceğin bir dünyanın varlığına inanıp, kanat takıp uçmak da değildir (sadece).  Tanımı sanıldığı kadar da zor değil. Sadece öldürdüğün insandan, çaldığın paradan, söylediğin yalandan, sorumlu olmaktır. Çünkü özgürlük ‘’irade’’ sahibiyken düşündüklerin ve yaptıklarındır. Özgürlük hayatının, kararlarının sana ait olmasıdır, sorumluluklarının ve cezalarının da…
İşte tam da bu yüzden ‘ YAŞASIN BAĞIMSIZ DELİLER ÜLKESİ’ (ütopya).
    

      Bazen satır arasına sıkışıp kalmış bir cümleyi kurtarmak gerekir diyerekten;
‘’-Geçmiş günleri mi özlüyorsun?
-Hayır, o günleri değil, yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum.”

“-Ben yalnızca kendim olmak, kendime dayanmak istiyorum.
-Evet, özgür olmak. Sonuna kadar özgür olmak. Senin günahın bu işte.”

“Eğer varlığımı kendi egemenliğim altına alamazsam, yaşamak çok anlamsız bir şey olur.
  Yaşamak karşılıklı borcumuzdur . Yeryüzü bize bir hayat sunmak zorunda ve biz de yaşamak…  Özgür kalabilmeyi, kendimizi yaratmayı ve tanımayı hatta en başında anlamayı başarmak dileğiyle… ( Bu kitabı okumadan olmaz)

                                                                            Pınar Kapudan

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Serenad

‘’Çünkü ancak hikâyesi anlatılan insanlar var oluyordu…’’

Bir aşk ne kadar büyük olabilir? Bir taş, koca bir kaya, bir dünya?
Sevgi ne kadar sürebilir? Bir gün, bir hafta, bir ay, bir yıl, bir ömür?
Tarih insana ne kadar acı verebilir?
Katliamlar ne kadar göz ardı edilebilir?
Müzik… Ne kadar bizi anlatabilir?
Max…
Acıların en büyüğünü yaşadı beklide.  Almandı. En genç yıllarında sonsuz bir aşk ve büyük bir acıya maruz kaldı. Çünkü o ‘safkan’ bir Alman ve Yahudi bir kadının kocasıydı.
Zulümlerde kaybetti eşini Max. Sonra bir gün İstanbul’a döndüğünde bir kadının hayatını değiştirdi. Kendini tanımıyordu kadın. Ailesini bilmiyordu. Oysa ki onun ailesi de Nadia’yla benzer kaderleri paylaşıyordu.
Öğrendiğimiz ideolojik tarih ve ailelerimizin, kendilerince haklı olarak, yeni bir sayfa açma kararları her birimizi kendimize yabancılaştırdı. Dünya’ya yabancılaştık böylece, insanlara , duygulara yabancılaştık. Tarihimize yabancılaştık. Bize ulu ve yüce diye gösterilirken her şey, robotlaştık. Ve basitleştik.
Öyle ya; daha kötü ne olabilir ki kendimize yabancı olmamızdan.
Zülfü Livaneli’de Serenad’ ı tarih, acı, ölüm ve aşk ile harmanlamış.
Kalemini ve kurgusunu beğendiğim bir yazar olan Livaneli yine tabir-i caiz ise döktürmüş. Sürükleyiciliği, içindeki aşk ve tarihi bilgileriyle tadı damağınızda kalacak bir roman.
Yalnız şu notu düşmeden edemeyeceğim; kitabın birinci baskısına maruz kaldım. Neden maruz kaldım diyorum çünkü bazı mantık hataları bulunuyordu. Neyse ki diğer baskılarda düzeltilmiş bu hatalar. Burada hatayı Sevgili Livaneliye’ mi yoksa editörlere mi mal etmek gerek bilemeyeceğim.
      Elimdeki kitap Doğan kitapdan çıkmış olup;
      Kapak Tasarımı: Geray Gençer
      Baskı: Mega Basım
      Yazar Fotoğrafı: Ercan Arslan
     
      Keyifli okumalar..
      Unutmayın; hayat sayfalarda…

EMEĞE SAYGI

Aksi ispat edilmediği sürece, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. Maddesi gereği eserin tamamının telif hakları yazara aittir. Herhangi bir şekilde ''alıntı olduğu ve hangi yazara ait olduğu'' belirtilmeden ve yazıların linki verilmeden kullanmak hırsızlıkla eşdeğer suçtur. İlgili kanun gereği eser sahibi şikayetçi olduğu taktirde cezai müeyyidesi 3 yıldan 6 yıla kadar paraya çevrilemez hapis, 150.000/300.000 Tl ağır para cezasıdır..